Işık, insan hayatında her zaman önemli bir yer tutmuştur. Eski çağlardan bu yana güneşin sunmuş olduğu doğal aydınlık yeterli gelmemiş ve gün ışığının kısıtlayıcı etkilerinden kurtulmak için insanoğlu çeşitli ışık kaynakları arayışına gitmiştir. Ateş, güneşten sonra, insanların kullandığı ilk ışık kaynağı olmuştur.
Ateşin keşfi insanlık tarihinde önemli bir noktadır ve uygarlığın gelişim hızını arttırmıştır. İnsanların ateşi aydınlatma aracı olarak kullanmaya başlamasının ardından yeni ışık kaynakları da ortaya çıkmıştır. Bitkisel ve hayvansal yağların devreye girmesiyle mum, 19. yüzyılın ilk yarısına kadar temel aydınlatma araçlarından biri olarak kullanılmıştır. Bu olay 1859’da Kuzey Amerika’da petrolün bulunmasına dek sürmüştür. Nihayet 1879’da akkor telli lambaların Thomas Alva Edison tarafından icat edilmesiyle aydınlatma tarihinde yeni bir çığır açmıştır.
Akkor flamanlı lamba, aslında ilk olarak 1845’de H. Goebel tarafından bulunmuştur. Ancak o dönemde yeterli derecede elektrik kaynakları bulunmadığından bu buluş kısa sürede unutulmuştur. 1886’da W. Siemens tarafından ilk dinamonun gerçekleştirilmesinden sonra, 1879’da T. A. Edison, H. Goebel’in buluşundan habersiz, karbon flamanlı akkor lambayı bir kez daha icat etmiştir. O tarihten bu yana aydınlatma sektörü oldukça hızlı yol almıştır. İlk elektrik ampulünden sonra daha parlak ışık veren tungsten flaman ve ışığı daha iyi yaymak için aydınlatma armatürleri geliştirilmiştir. Ardından önemli bir yenilik olarak elektrik deşarjlı metal buharlı ampuller gelmiştir. Özellikle fluoresan lambaların geliştirilmesiyle, akkor flamanlı lambalar endüstrideki yerlerini bu lambalara bırakmak zorunda kalmıştır.